2 Nisan 2010 Cuma

Tesmeralsekdiz-Sokak Sanatı- Dosya Sunum




SOKAĞIN SANATI DOSYASI- SUNUM
Ati’ye….
Sokak Nereye Düşer?
Tek, yekpare, donuk bir sokak yok… Sokak sonuçta farklı güçlerin politik, kültürel, ticari, cemaatsel vb. işgal etme, ele geçirme uğraşında olduğu bir jungle. Hayat denilen kurgunun Gerçek ile sınadığı bir alan, düğümlerin çözüldüğü bir saflaşma mekanıdır. Sürekli tekrarladığımız gerçek: herkes hayatı okuduğu yerden sokağa bakar.
Sokak kimseye hazır tezler, çözümler, formüller sunmaz. Tüm canlılığı, karmaşıklığı, iç içe geçmişliği ile başka mecraların olduğu gibi sanatında bir duruş olarak kendini göstereceği bir alandır.
Bu yüzden burjuva kültür yorumcusunun sokağa dair okumaları hep, Afrika’ya safariye gitmiş kent soylunun bakışlarını anımsatır. Bu bakış açısınca bir grafiti bile; bir tinerci çocuk, bir travesti yada bir şarapçı gibi ürkünç yada iğrenç olabilir.

Sokak Sanatına karşı, Sokağın Sanatı!
Küresel olarak street art olarak adlandırılan ve wooster kollektif üzerinden canlı örnekleri gün ışığına çıkan kavramı yaklaşık 3 yıl önce ‘sokağın sanatı’ olarak dilimize çevirmiştim. Bir çok metnimize giren ve şubat 2005’te ‘sokağın sanatı için yoldan çıkmış manifesto’ ile bir anlamda hayatta yankılarına rastlanan bu bakışı, ülkemizde kullanılmaya başlanan sokak sanatı kavramından ayırmak gerekiyor.
Bu gün wooster’ın kapsadığı üretim grafiti, stencil, afiş, sticker, wheatepaste, heykel, yerleştirme ve video gibi sokakta üretilen sanatsal üretimlerle sınırlıdır. Oysa sokağın sanatı perspektifi, bahsedilen bu üretimler yanında müzikten sokak tiyatrosuna, sokak edebiyatından fanzinlere geniş bir faaliyet alanını kapsar. Kendini sanat üretimine adamaz, sürekli aktivist bir tavra vurgu yapar. Hayat ile bağı olmayan bir sanatın elitist bir entelektüel egosal çaba olarak kalacağının bilinciyle…

Bu yaklaşımımızı hazırladığımız dosyaya da yansıtma uğraşında olduk. Çok sesli, katılıma açık, sokağın tüm renklerini sizlere ulaştırmaya çalıştık. Ülkemiz grafiti hareketinin duayeni Turbo yazıcılar ile sokak sanatı arasındaki ayrımın altını çizdi. Serhat Köksal 2/5BZ projesinin tüm canlılığını çok samimice özetledi. Bostancı underground’dan Erman sokak sanatının sırlarından birini açıkladı: ucuz malzeme ile eğlenceli işler üretebilme…
Genç şair Onur Akyıl sokağın sanatını ‘sınabileceğine inanılan her şeyin, sınanamaz oluşuna dair bir şenlik’ alanı olarak nitelendirdi. Ozan Çoruk ise sokak çalgıcılığı ile sokak sanatçılığı arasındaki ilişkiyi kendi deneyimi üzerinden sorguladı.
İstanbullu sokak sanatçısı Cins her zamanki açık sözlülüğü ile yaptığı işin içsel, ruhsal çıkışını belirtirken, bilmeden Sürrealist Londra Eylem Grubunun sokak sanatı ile sürrealizmin özündeki otomatizm arasında kurduğu bağlantının canlı bir örneği oluyordu. İzmirli Halil Vurucuoğlu ise aldığı sanat eğitimi ile uyguladığı sokak sanatı yöntemleri arasında çin Seddi olmadığını, aksine aynı sürecin farklı ifade biçimleri olduğunu ortaya koyuyor. Ankara sokak sanatının yaratıcı ismi Cobi kolektif üretim ve tavrını açıkça bizlerle paylaştı.
Fatih Balcı gerek bir akademisyen, gerekse de sokakla bağı olan bir sanatçı olarak konuyu ele aldı. Güncel sanat platformunun son yıllarda en radikal işlerini üreten isimlerinden Burak Delier kurumsallaşmış sanat cephesine, sanatın fetişleştirilmesine, sokak üzerinden geleceğe yönelik öneriler de sunarak önemli eleştiriler getirdi. Sürrealist Londra Eylem Grubu da, Burak ile benzer bir noktadan yola çıkıp sanat kavramının fetişleştirilmesine savaş açıp, aktivist ruha çağrı yapıyor. Ayşe Özkan ise Türkiye de yaşayan, üreten bir sürrealist olarak bakışını ortaya koyuyor.
Bu soruşturmalara ek olarak dostumuz Cemal Akyüz’ün sokak sanatı kısa sözlüğü, dosyamızda da tartışılan sokağın sanatı için yoldan çıkmış manifesto ve ilk kez gün ışığına çıkacak bir çok özgün sokak üretimi dosyamız aracılığı ile sizlerle buluşacak.
Tanınan ve sevilen uluslar arası sanat sabotajcısı Banksy’nin pratiği, exociti/radikalart gibi legal sokakta sanat pratikleri, popüler kültürün son yıllarda sokak sanatına ilgisi de soruşturmamızda öne çıkan başlıklardan.

Bir Özgürleşme Alanı Olarak Sokak
Kültürel hegemonya çoktandır tarihi tersinden okuyanların elinde. Kalıplaşmış yollar, bir birinin tekrarına dönüşmüş pratikler, sansürün yanında oto-sansür, durmadan akan hayat ile git gide açılan devasa bir uçurum.
Bu kültürel iklimde sokakta ya da sokağa yakın, sokağın soluğuyla üreten yaratıcıları bir araya getiren, canlı bir dosya oluşturmaya çalıştık. Tarihi düzünden okuyan ve bu güne dair Gerçek’in diliyle konuşabilecek, yamuk bakmasını bilecek bir bilincin gelişimine katkı çabasıyla.
Bu yüzden bu soruşturmada sokak ile sanat, sanat ile hayata dair bir çok kombinasyon bulacaksınız. Çatışmaları, karşıtlıkları, merkez kaç’ları hesaba katan ve buradan farklı seslerin armonisine ulaşmaya, bütün olmaya çalışmadan, farklılıkları bir birine eklemleyerek ilereleyen bir arzu politikası ile karşılaşacaksınız. Akademi ile sokak, duvar ile düş, müze ile sprey boya, edebiyat ile sokak, gerçek ile gerçeküstü, fanzin ile sokak tiyatrosu en dağınık örgütlenme formuyla yan yana.
Mutlaka eksikleri, çağrımızın yanıtsız kaldığı durumlar ya da Siya Siya Bend gibi ulaşamadığımız dostlar oldu.

Sonuç Yerine
Donuk, durağan, yapılmış olması için yapılan bir işlik oluşturmak istemedik. Bu yüzden mezarlarından kalkmış, gündelik hayatı taciz eden zombilerden kurulu bir harlem takımı ile karşınıza geldik.Hayaletlerin hep geri döneceğine ve gündelik hayatımıza damga vuracak, tuhaf izler bırakabileceğine inanarak.
Bu hiper-tex’in yada interaktif dosyanın kendisi bir güncel sanat faaliyeti, hayata dair bir aktivist çaba olarak tasarlandı. Fotoğrafından, kolajına, söyleşisinden metnine bu güne ve yarına dair sokaktan, muhalefetten, mutant formlardan yola çıkan, yolları yıkan bir bakış ile biçimlendirildi.
Aksak ritimli bir sokak korosu ya da Ece ustanın diliyle bir çeşit Dinar Bandosu… Yani hem bayrak, hem de davul…
Ve sözcükler tıka basa dolu olduğundan, daha fazla hayat!
A. Breton

Rafet Arslan
Mart 2007

Tesmeralsekdiz-sayı 1/ Sokak Sanatı dosyası (Sürrealist sokak mülakatı)


Rafet Arslan-sürrealist metinler üreten biri olarak,sokak sanatı denilince senin zihninde uyananlar nedir?
Ayşe Özkan-Sokak sanatı deyince zihnime ütopik görüntüler ve yazılar geliyor. Aslında ütopyaların içimizde, şehrimizde olduğu ve bu görüntü ve yazılarla karşılaştığımızda hiçbir ütopyanın hayal olmadığı kanıtları gözlerimizin önüne seriliyor. Kapitalist bir dünyada yaşadığımız göz önüne alınırsa basın sektörünün araçları sistem içi bakış açılarının meşrulaştırılmasını sağlıyor. Galerilerde ya da yasal düzenlemelerle yapılan bütün etkinlikler her ne kadar karşı bir tavır da sergileseler sanat camiasında kabul görüyor ve sistemin içine giriyor. Sokakta yapılan işler doğası gereği onaylanmaya ya da sistem içine girmeye ihtiyaç duymuyor. Sanat eylemcileri işlerini doğrudan ifade edebiliyor. Ayrıca sokağı kullanabiliyor, gerek görsel gerek yazılı gereçlerle imgelenimlerini yansıtabiliyor. Tabii burada sokağı bir malzeme, ürün yaratabilecek bir yenilik merkezi olarak da görebiliriz. Devamlı değişen, devamlı duran ve içinde yer aldığımız bir malzeme, değişim yapısı.

R.A-w.benjamin avrupalı aydının son fotoğrafı:sürrealizm makalesinde sürealizm ile sokak arasında güçlü bir tinsel bağ kurar. bu bağ hakkında ne demek istersin?
A.Ö.-Benin anladığım kadarıyla Benjamin’in istediği sivil sanat, bu noktada sürrealistler sivil sanat oluşumunun yapı taşlarını oluşturuyor. Sürrealizmin temeli olan kolektif çalışma sokak sanatçılarının işlerini çözümleyecek en önemli unsurlardan biri olarak elimizde bulunuyor, kolektif çalışmayı hem bir yöntem hem de eylem olarak görürsek Benjamin’in şu sözlerini daha iyi kavrayabiliriz belki: “Dünyanın örgüsü içinde düş, bireyselliği çürük bir düş gibi yerinden oynatır.” Benjamin sürrealistleri “devrimin manevi evlatları” (kapitalist topluma karşı yapılan) olarak görüyor. Örneğin Benjamin bu makelesinde şehir ve aşk ilişkisini, devrimci bir deneyim bakış açısıyla çok açık ifade eder: “Breton ve Nadja büyük kentlerin işçi mahallelerinde yaşadığımız her şeyi… devrimci bir eyleme olmasa da devrimci bir deneyime dönüştüren aşıklardır. Onlar, bu şeylerde gizlenen ‘atmosferin’ muazzam gücünü patlama noktasına getirirler.” Bu yazıda da belirtildiği gibi mahremiyet önceleri aristokratlara özgü bir değerdi, zaman geçtikçe sonradan görme küçük burjuvaların derdi oldu. Sanat ürünlerinin iç mekanlarda sergilenmesi ve yapılması akla bu mahremiyet duygusunu getiriyor. Bunun karşısına da sokak sanatını koymak pekala mümkün.

R.A.-ülkemizde senin de metinlerini verdiğin düzensiz dışında sürrealizm, tekil üretimler bazında kalsa da, küre çapında bir çok güçlü sürrealist grup var. sürrealist sanatçıların geçmişten bu güne sokak partikleri hakkında bize neler söylersin?
A.Ö.-Sürrealist sanatçıların geçmişten günümüze sokak pratikleri konusunda tam bir bilgim yok açıkçası, tüm bunlar ayrıntılı bir araştırmayı gerektiriyor. Ama günümüzde, senin de bildiğin ve takip ettiğin gibi aktif ve kolektif çalışmalar yapan yurtdışında çeşitli sürrealist gruplar var. Bunlar işlerini grafiti, fotograf, sürrealist metin yapılarıyla internet üzerinde ya da kolektik sunumlarla dışa açabiliyorlar. Londra Sürrealist Eylem Grubunun şehirle oynadıkları bir oyunu örnek vermek istiyorum. Grubun sözcüsü Merl’in anlattığına göre oyun çok basit bir oyun ve grubun en severek oynadığı oyunlardan. Tek yapılması gereken sokağa çıkmak, kaya havuzları aramak ve buradaki fauna ve florayı kaydetmek. Söylendiği üzere kaya havuzunun ne olduğuna karar vermek oyunculara bağlı-içlerinde hiç su bulunmayabilir. Şehrin değişik yerlerindeki değişik türdeki kaya havuzları karşılaştırılabiliyor ya da aynı yere farklı zamanlarda farklı koşullarda gidilebiliyor ve nasıl değiştikleri kaydediliyor. Böylece sokakların şiirsel değişimini yaratıyorsunuz.

ŞEHİRSEL KAYA HAVUZU
Paul Cowdell.tarafından tasarlanmış bir oyun
(fotoğraf Merl)

R.A-exotici örneğindeki gibi güncel sanat üretiminde bilinen sanatçı ve küratörlerin ürettiği legal sokak sanatı projeleri ile gerçek sokak sanatçılarının illegal üretimleri arasında; sence ne gibi çakışmalar ve ayrılıklar var?
A.Ö-En basitinden söylemek gerekirse mahrem ya da kapalı bir mekanda gerçekleştirileceği söylenen aslında olmayan bir sergi, güncel basın yayın organlarınca duyuruluyor ve meşrulaştırılıyor ya da legalleştiriliyor. Burada söylemek istediğim yapılan ya da yapılmayan iş izleyicisiyle karşı karşıya gelmeden önce bir eleme ya da değerlendirme sürecinden geçiyor. Bu da insanların algı süreçlerini etkiliyor. Bana illegal üretimler sokak sanatının üretim aşamasında daha doğal bir süreç gibi geliyor. İzleyici açısından düşündüğümüzde legal sokak sanatı projeleri ya da illegal sokak sanatı projelerinin etkileri kişiden kişiye muhakkak farklar yaratacaktır. Sanatçının ötesinde planlanan bir projeyle, bununla legal demek istiyorum sanatçının birebir kolektif tasarladığı bir proje arasında tabii ki farklar var. İllegal sokak sanatı projeleri çok daha özgür, düş gücü yüksek ürünler ve izleyiciler çıkartacaktır.

R.A.-son dönemde popüler kültürün sokak sanatına ilgisi, radikal bir kanalın evcilleştirilmesi yada içinin boşaltılması riskini taşıyor mu?
A.Ö.-Popüler kültürün bir rezalet olduğu ülkemizde, eğer popüler kültürde bu işlere katkıda bulunabilirse ne büyük mutluluk.

R.A-şubat 2006 tarihli 'sokağın sanatı için yoldan çıkmış manifesto' küresel ölçekli street art mantığından farklı vurgulara sahipti. sence sokağın sanatı, tamamen piyasa çarklarına takılmış güncel sanat dünyasında alternatif bir yangın çıkışı oluşturabilir mi?
A.Ö.-Oluşturabilir, oluşturmalıdır. Kolektif çalışma, sınır tanımayan düş gücüyle üretilmiş işler piyasa çarklarına takılmış yerinde duran emtiaya dönüşmüş işlerin karşısında aktivist bir tavırla duruyor. Bu da sokak sanatını ister istemez farklı platformlara taşıyacaktır. Gün gelir sokak sanatı merkezileşir, kabul görür, kendi içinde tıkanır, o zaman alternatif sanat formları doğar. Sanat zaten özgürleştiği için de bu biçimlerin piyasa çarklarına takılı ya da takılı olmaması sorun taşımaz.
Mart 2007

Tesmeralsekdiz-sayı 1/ Sokak Sanatı dosyası (CİNS mülakat)


RafetArslan- sokak sanatı deyince sen ne anlıyorsun, senin kişisel dünyada kapladığı yer nedir?
Cins- 'sokak sanatı' kavramı bana sokaklar kadar uçsuz bucaksız ve karışık geliyor..hayatı algılayışla bu kavram genişler gider bence.. ama benim uygulamalarım doğrultusunda konuşmam gerekirse sokak ruhunu taşıyan, yaşayan veya yaşanmışlığı olan ,sokak için yapılan ve sokaktakilerle iletişime geçebilen hertürlü yerleştirme anı veya sonrasıdır.. malesef benim hayatımda en öncelikli şey bu değil (uygulama aşaması
olarak)..ama beni nekadar mutlu ettiğini bildiğim, hergün takip edip kafamın içinde dolaşan birşey..

R.A- güzel sanatlar eğitim alan bir insan olarak neden legal alanlar dışında sanat üretiyorsun?
Cins- belkide bu eğitimi aldığım için:).. malum sanat 'piyasası'
,heycansızlık ve
sürekli birşeyler için bekleme kendini pazarlama çabası..
illegal aksiyonda kendini minicik hissettiğin kalabalık sokaklarda gece tek başına veya dostlarınla beraber ertesi günkü o kalabalık hale birşeyler bırakıyorsun..samimi birşey.. özellikle iletişim kısmı önemli bence..sonuçta yapılan şeyler direkt
olarak insanlarla buluşuyor.. yaptığım şeyleri ertesi gün görememek başlarda sinirimi bozardı artık gülüyorum.. demek ki birşekilde yerini buluyor, bir tepkiye maruz kalıyor..:)

R.A- aslında ben az çok üretim serüvenini biliyorum..aslında çok yönlü bir üretimin var sokakta wheatepaste, greffiti, sticker, kolajlar yapmaktasın. çalışmalarından ve yöntemlerinden bize biraz bahsetsen?
Cins- aslında benim kendimi belli bi teknikte ilerletme ismimi duyurma gibi bir kaygım yok .. aklıma sokakta hoş veya anlamlı durabilecek bir şablon fikri gelirse kesiorum yapıyorum, yada aynı şekilde bi çizimimin gidip çıktısını alıyorum yapıştırıyorum.. yada sadece çıkıp sokağa sprayle birşeyler çiziyorum yazılar yazıyorum..kısacası aksiyon hali, birşey paylaşma-anlatma
beni çeken..keşke daha fazla yoğunlaşıp vakit ayırabilsem..

R.A- exotici örneğindeki gibi güncel sanat üretimindebilinen santçı ve küratörlerin ürettiği legal sokak sanatı projeleri ile gerçek sokak santçılarının illegal üretimleri arasında ne gibi çakışmalar ve ayrılıklar var?
Cins- açıkcası exotici yi sadece duydum çok araştıramadım.. ama böyle aktiviteleri yurtdışındada görüyoruz yerini bulan güzel organizasyonlar oluyor ama tabi bunları düzenliyenlerin ve katılanların düşüncelerini, sonucundaki arayışlarını bilmek zor.. dışarıdan bakıldığında aslında birçok konuda çakışır hatta ayrılık bile olmaz izleyici gözünde.. ama illegaldeki ruh hali temel ayrılıktır bence..

R.A- son dönemde popüler kültürün sokak sanatına ilgisi, radikal bir kanalın evcilleştirilmesi yada içinin boşaltılması riskini taşıyor mu?
Cins- ne fena ki taşıyor.. bunu yaratanlar için yeni ve dinamik bir pazar(aslında karşılarında gördükleri için bu olayı).. kullanabilcekleri kadar kullanıcaklarını tahmin edioyorum, biliyorum.. hele bence türkiyedeki (özellikle büyük kentlerdeki) bizim kuşak için güzel bi yem.. oturmamış
bi kültürün direkt olarak popüler yüzleriyle tanı(şıyoruz)şıcaklar ve bunun getirisi tüketimden öteye gitmiyecek diye düşünüorum, hatta görmeye bile başladım..benim fikrim evcilleştirilme olayına karşı olan bi akımı evcilleştirmeleri olanaksızdır.. ama onlar görünürde istediklerini elde
edicekler.. mtv ye hayır demenin popülerliği getirdiği bi zamanda yaşıyoruz.. butür kavramlar yerine içimizle savaşmalıyız ki sonuçlar samimi olsun.. şahsen sokağa çıkıp birşeyler yaptığımda evde huzurlu uyuyorum..bunu kaybetmek istemem izin vermem!.. kendimi bu konuda yalnız
hissetmiyorum..

R.A- şubat 2006 tarihli 'sokağın sanatı için yoldan çıkmış manifesto'yu destekliyenlerdensin. ki bu yaklaşım küresel ölçekli street art mantığından farklı vurgulara sahipti. sence; sokağın sanatı, tamamen piyasa çarklarına takılmış güncel sanat dünyasında alternatif bir kanal oluşturabilir mi?
Cins- aslında bu kanal zaten varolan birşeydi.. sadece kişisel olarak yalnız başımıza içinden çıkmayı beceremediğimiz birşeydi.. benim bu manifestoyu desteklememin sebebi okuduğumda içimde oluşan garip bir güç hissiydi.. bazı geriye itmeye çalıştığım düşüncelerimin duygularımın kesişmesi tekrar ayağa kalkması gibi..yalnız hissetmemek bu sanırım.. destek verenlerle güçleniceğini biliyorum.. böyle umuyorum..
nisan 2007

Düzensiz'in Estaramoz Uluslararası Sergi Değerlendirmesi


68 yenilgisi ardından özgürlükçü hareketin boşalttığı bir çok alanda neo-liberalizmin kültürel hegemonyası güç kazandı. Bireyciliğin, hırsın, bencilliğin, medyatikliğin egemen olduğu düşünsel iklimde dayanışma, paylaşım, güç birliği gibi değerler ciddi hasarlar gördü. Seattle protestoları ile başlayıp, son 10 yılda yoğunlaşan alternatif küresel hareket sermeyenin ve mafyanın küreselleşmesine karşı özgürleşmeci bir alternatif sundu. İnternet gibi teknolojik imkanların ötesinde iletişim, dayanışma, güç birliği, paylaşım gibi değerler bu aktivist dalga ile yeni ve canlı biçimlerle hayatımıza girdi. Artık Meksika’nın Oxaca eyaletindeki bir baskı tüm dünyada sadece duyulmakla kalmıyor, tüm dünyadaki aktivistler tepki ve dayanışma kampanyaları örgütleyen bir dinamizme ve bağlantı ağlarına sahipti. Özellikle küresel anlamda hortlatılan ırkçılığa karşı da bu çabalar büyük önem arz ediyor.

Alternatif küreselleşmeci hareketin bir çoğumuz için yeni gözüken bu uluslararası iletişim, etkileşim ve dayanışma ağının oldukça eski bir örneğini yaklaşık 80 yıldır Sürrealist topluluklar arasında yaşanmakta. 1924’teki ilk manifestodan itibaren Sürrealizm tinsel bir tavır, sanat yada hayat biçimi olmak yanında uluslararası bir harekette oldu. 20 yüzyılın ortalarında her biri kendi içinde bağımsız olsa da Meksika’dan Mısır’a, Çekoslovakya’dan Haiti’ye uluslararası dostluk, dayanışma, kolektif üretim ve hareket olarak varola geldi.

Sürrealist eylem grupları dünyanın dört bir köşesinde hala sanatları, eylemleri, karnavalları ile var olmaktalar. Chicago Sürrealist Grup, şehirlerinddeki1992 ayaklanması sırasında isyanın karnavalı çağrısıyla sokaklardaydı. Ekim 2005 Fransa banliyö ayaklanmasında Sürrealist Londra Eylem Grubu yanında, ülkemizden Düzensiz adlı özgür mecmua da isyana destek vermişti.

Türkiye de açık yada kapalı bir Sürrealist grup hiç olmamıştı, bunun yanında tek tek sanatçılardan bile bahsetmek zordu. Son yıllarda Düzensiz, sokak sanatçılarını, dadaistleri, durumcuları, art brut çalışmalarını yapanları 21. yüz yıla özgü, güncel, üretken, aktivist bir Sürrealizm anlayışı ile bir araya getirmeye uğraşıyor.

Önce İzmir ile başlayıp, ülkemizin bir çok yerinde değişik seslerle buluşan bu çaba son günlerde uluslararası Sürrealist gruplarında ilgi ve desteğine mahzar. Sürrealist Londra Eylem Grubu ile karşılıklı mülakatlar (http://robberbridegroom.blogspot.com/) ve ardından Portekiz Sürrealist gruptan gelen davet mektubu ile gelişen bir süreç.


Kısa süre önce kaybettiğimiz Portekiz Sürrealizminin kurucusu şair/ressam Mario Cesariny’nin anısına Estremos şehrinde yapılacak etkinliklere etkinliklere Türkiyeli Sürrealistleri temsilen Düzensiz davet edildi. Carlos Martins’in Portekiz Sürrealist Hareket adına yaptığı bu çağrı, ülkemizde üretim yapan bir çok sanatçı ve grup ile paylaşıldı. Sürrealist yapıtlarla, sokak sanatı örneklerinin birlikte yer aldığı İzmir, İstanbul ve Ankara’dan dostların üretimleri ile Portekiz’deki etkinlikte Türkiye de yer aldı.
Şiir ve metinleriyle Gözde Genç, Ali Kartal, Cemal Akyüz , Ayşe Özkan, Rafet Arslan; resim, kolaj ve graffitileriyle Erman Akçay, Bora Akıncıtürk, Çağrı Küçüksayraç, Turbo Portekiz’e ülkemizden ulaşan yaratıcılardı.

Özellikle son dönemde ülkemizi dünyadan izole etmeye çalışan karanlık yaklaşımların ön plana çıkarıldığı bir dönemde, Anadolu’nun topraklarında büyüyen düşler, sokaklarımızın özgür seslerinin tek yürek olup, Portekizli dostlar ile kucaklaştılar. Mevlana’ların Bedreddin’lerin yeşerdiği bu coğrafya; kin ve düşmanlığın değil, dostluluğun, kardeşliğin temsilcisi olmak için uğraş gösterecektir.
Rafet Arslan

Portekiz Sürrealist Hareketinin "Cesariny'ye Kartpostal" Davet Mektubu


Türkiyeli sürrealist arkadaşlar ve meslektaşlar

Robberbridgeroom bloğunda Düzensiz blog hakkındaki referansı gördük ve size bu daveti iletmek istedik (özür dileriz, maalesef İngilizce).


http://surrealisteylemturkiye.blogspot.com/2007/12/setten-hemen-nceki-srreal-durum.html
Muhtemelen, bildiğiniz gibi, şair ve yazar Portekizli sürrealist arkadaşımız(yoldaşımız) Mário Cesariny Kasım’ın 26'sında aniden öldü.

Bazı Portekizli sürrealist arkadaşlar ve diğer yoldaşlar bilerek cenazesine katılmadılar ama bunun yerine (şair Nicolau Saião'nun teklifinden sonra), Mário'nun bazı çalışmaları ve her yerden katılacak pek çok sanatçının özellikle kişilerin, grupların ve sürrealist akımdan (sanat galerileri yok) eserleriyle "Mário Cesariny'ye Mektuplar" adında bir "sürrealist yeniden toplanma" organize etmeye karar verdiler.
Bu yeniden toplanmada değişik periodlara ayrılan değişik etkinlikleri var, Mario Cesariny ve bugünlerdeki sürrealizm üstüne tartışmalar ve konferanslar, "Estremoz'un gerçeküstücülükteki şairleri" adlı bir kitap ve Estremoz müzesinde olacak olan iki eşzamanlı sergi (Estremoz, Portekiz’in kırsal kesiminde, Alentejo bölgesinde, küçük bir şehir), sergi Mart 4 - Nisan 1 2007 tarihlidir.

Çalışmaların müzeye ulaşım tarihi şubatın 19'una kadardır.

Size tüm saygımla söylemek istediğim bu olaya sempatinizi ve eğer mümkünse, çalışmalarınızı göndermeniz ve diğer arkadaşlarınıza mesajımı yönlendirmeniz - şiirleri, çizimleri ya da resimleri (çerçeveli olmasın), doğrudan müze koordinatörü/organizatörü ve yöneticisi bay Hugo Guerreiro'ya göndermeniz:

Dr. Hugo Guerreiro
Museu Municipal (bu galiba müze sorumlusu gibi bir şey) prof. Joaquim Vermelho
Largo D. Dinis
7100 Estremoz Portugal

Bunun dışında eğer etkinliklerinizle ilgili kişisel mektuplarınızı ya da dökümalarınızı, lütfen bana gönderin:

Carlos Martins
Rua Sebastião de Gama, lote 1562
Quinta do Conde 1
2975-297 Quinta do Conde Portugal

Ayrıca bir kaç fotoğraf ekliyorum (bir tanesi Mário'dan ve diğerleri Estremoz’la, müzesiyle ve aktiviteleriyle ilgili).

Özür dilerim şunu söylemeyi unuttum: çalışmalar çerçevesiz gönderilmeli çünkü müze onları kendisi çerçeveletecek. Ayrıca, müze posta giderlerini karşılayacaktır(çift yönlü karşılayacak, alım ve geri gönderimi), ve eğer Portekiz’e, sergiyi görmek için gelirseniz, Estremoz’da ya da çevresindeki konaklama ve yeme içme harcamalarını da karşılayacaktır.

İşbirliğiniz ve projeye yapacağınız yardımlar için teşekkür ederiz.

En sıcak selamlarla
Carlos Martins, Ana Santos, Nicolau Saião
Portekiz sürrealist hareketi

P.S. bu postanın bir kopyası diğer yoldaşlara ve arkadaşlara gönderilmiştir.

Türk Sanatçılar Sürrealizmin Devleriyle Birlikte


Düzensiz'in aldığı davetle genç yaratıcılıların katıldığı 21. yüzyılın ilk büyük Sürrealist sergisi "Mario Cesarny'ye Karpostal" sergisi ile ilgili Cemal Akyüz'ün haberi 27 Mart 2007 tarihinde radikal gazetesinde çıkmıştır...


ESTREMOZ - Portekiz sürrealist hareketini 1947 yılında kuran Portekizli şair ve ressam Mario Cesariny, Kasım 2006'da 83 yaşında öldü. Sürrealist Manifesto'nun yazarı Andre Breton'la 1947 yılında Paris'te tanışan şair ondan çok etkilenmiş, Portekiz'in en özgün ve kışkırtıcı şairlerinden biri olarak bu ülkede sürrealizmin öncüsü olmuştu. Çok iyi bir ressam da olan Cesariny için sanat ve edebiyat sadece politik sistemin değil hayatın da şeklini değiştirme gücüne sahipti. 21. Yüzyıl sürrealizminin Portekiz temsilcisi ressam Carlos Martins, underground Türk sürralist hareketine Rafet Arslan'ın Düzensiz adlı dergisi sayesinde ulaştı ve onları Mario Cesariny'ye Kartpostal adlı sergiye davet etti.

21. yüzyılın ilk büyük Sürrealist sergisi olarak tanımlanabilecek bu sergi, Mario Cesariny anısına 4 Mart-1 Nisan 2007 tarihleri arasında Portekiz'in Estremoz şehrinde gerçekleştiriliyor. Hepsi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunu ya da öğrencisi olan 4 ressam/sokak sanatçısı Çağrı Küçüksayraç, Bora Akıncıtürk, Erman Akçay, Tunç Dindaş (Turbo), gerçeküstü ve dadaist resimleriyle, Rafet Arslan, Ayşe Özkan, Gözde Genç, Cemal Akyüz ve Ali Kartal'da yazılarıyla sergiye katıldılar.

Sergide, Mario Cesariny'nin yanısıra, M·rio Henrique Leiria, Cruzeiro Seixas, Jorge Vieira, Noemia Cruz, Timothy Johnson, Jan Svankmajer gibi pek çok önemli sanatçının yapıtları yer alıyor. Sergi ruhunu, sanatın metalaştırılmasına sıkı bir muhalefet yürüten Portekiz sürrealist hareketinden alıyor. Sergiye Türkiye'den katılan yazarlar 1980 öncesi, ressamlar ise Turbo hariç 1980 sonrası doğumlu. Seslerini yeraltı fanzinleri Düzensiz, Albemuth ve Tesmeralsekdiz'le duyuruyorlar; İzmir, İstanbul, Almanya ve Hollanda'da genellikle sokak sanatı temalı ortak sergilere katıldılar.
Dünyada bir asır önce başlayan sürrealizm ve dadaizmi, ham sanat ve sokak sanatı ile birleştiren ekibin Mario Cesariny'ye açık mektubu da Portekiz'de Portekizce ve İngilizce olarak tüm dünyaya sunuldu.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=216877

Mario Cesariny'ye Kartpostal (metinler)


Sevgili Mario Cesariny;

Bu satırları seni tanıma fırsatı bulamadan yazıyorum, ey sonsuzluk ile kucaklaşmış yoldaşım. Kulağı tetikte, tank seslerini bekleyen bir ülkede.

Kan durmaz akarken, umut hiç bu kadar aptal avuntusu hale gelmemişken. Düşünki salazar , karanlık yani gece de hiç karanfil kokusu yok…Manuel Tiago ama ‘yarın bizim’ değil yoldaşlar.
Geceye karşı Miro’ya sığınıyorum bu yüzden, bir zarf döşenmiş üzerinde ‘foto’ yazıyor, mavi lekeli bir ağıt, yok olan insanlığımıza ve haykırıyor ‘düşlerimin rengi bu!’… Matta yeniden ölüyor Rosenberg’lerle arzunun türküsünü söyleyerek…Ve sözcükler var senin dilinde, kayıp sözcükler, sızı gibi okunamayan sözcükler var hala…beyin patlarken, boşluk, kocaman boşluk… ruhlarımızın ırzına geçen faşizm…

Az ötede Rimbaud 1871 yada Paris ‘cehennem hıçkırıklarının’ dizelerini okuyorum… Eluard, düşün kap karanlık; barikatların değil ‘bıçakların gecesi’ ya da ‘kristal gece’… ama;

Ölüm yenildi,
Bir çocuk çıktı yıkıntılardan,
Silindi arkasındaki yıkıntılarıyla gece…

Yıl 2007 gezegen dünya, ölesiye susadık sevgiye ama gece kaplıyor, içuzayımızı, tüm yokumuzu varımızı. Van Gogh’a kulağını kestiren, elini pişirten gece.. Ve Nerval, hala sallanıyor arzusu elektrik direklerinde. Sade hala Bastille de, Germania Berton ölüme mahkum, Ulrike yediyüz bilmem kaçıncı hücrede?

Bulutlardan heykel sunamıyorum , bir fare cesedinde kosmosun filizini görebilen sana. Sadece yıkımlardan dizeler geliyor elimden, kırık, dökük, ölürcesine…

Ama bu toprakta da umut var. Yüz yıllar öncesinden ‘en el hak’ diyen Hallac-ı Mansur var, ‘yarin yanağından gayri her şeyde hep beraber’ diyen Bedreddin’ler var. Rakı şişesinde balık olmak isteyen Orhan Veli’ler var, ‘şiirimiz karadır abiler’ diyen Ece Ayhan’larımız var.

Karanlık değil erosun hakimiyetinde ,sözcüklerin susturulmadığı özgürce sevişebildiği bir dünyamız da olacak. Bu yüzden seni ‘elveda’ değil merhaba diyerek, sonsuzluğa uğurluyoruz Mario kardeşim.
Rafet Arslan

EGO
All the egos dwindle
On the flesh souls
Swinging flamboyant
To the center of power
Bodies devour each other
Until the end of themselves
Creation of thought
under the power of innocence
O psychic species
Would you gather together
With the desire of dreams!


Ayse Ozkan

EGO
Bütün egolar küçülüyor
Et ruhlarda
Sallanarak gösterişle
Gücün merkezine
Bedenler birbirini yutuyor
Kendilerinin sonuna kadar
Düşüncenin yaratılması
Masumiyetin altında
Ey psişik türler
Neden toplanmıyosunuz
Düşlerin arzusuyla

Ayşe Özkan


Çöl ve yazgı

Yazgı kol gezdiğinde
Düşün sarkacı oynamıyor

Çölün sahipsiz kucağında

Yokluk bağırıyor

Göğe aksediyor ateş kızılı

Uzun bacaklı filin gizleyemediği yılan

Zehrini saklıyor vurmak için

Sarı çölde zaman koparken

Sanrılar yutuyor insan

Vurunca zehir yazgıya

Sarıyor tümüyle her insanı

Çöl durgun hiçliğe akıyor

Yazgı bağışlanmayı bekliyor

Ayşe Özkan

Desert and fate
Once fate reigns
The pendelum of dream does not move
İn the bossom of disembodied desert
Emptiness cries
Blaze red reaches the sky
Without concealing himself
behind the long-legged elephant
snake is seizing his poison to bite
time is breaking off the yellow desert
bodies are devouring hallucinations
once poison bites fate
it surrounds all people
desert stands stil flowing toward emptiness
fate is waiting for forgiveness


Ayşe Özkan




CATNESS

Some body in urgency to be fed understands catness: the temptation to close the face to a most delicios piece of the universe, the need to put it within the aching emptiness in the body, at any cost.
Gözde Genç

Kedilik

Şiddetle doyurulma ihtiyacı çeken kediliği anlar: yüzünü evrenin en leziz bir parçasına yaklaştırabilmek arzusu, bedeli ne olursa olsun, onu içindeki zonklayan boşluğa koymak ihtiyacı...

Gözde Genç


Cumhuriyet Dergi/Düzensiz Mülakatı

2007 Ocak ayında Cumhuriyet'te çıkan mülakat şöyleydi:

21.yüz yılın başında Sürrealist devrimin ruhuna sadık kalmayı ne ölçü de başarıyoruz; bilmiyorum. Zaten Düzensiz hiçbir zaman saltık bir sürrealist fanzin olarak kendini ifade etmedi. Sürrealist devrimin ruhundaki kolektivizm, dayanışma, tinsellik, politik radikal tahayyül, eros, düşlerin saygınlığı, şiirselliğe vurgu bizim için hep başat değerler oldu.

21. yüz yıl başında dünya metropollerinde saygın ve ciddi bir çok sürrealist topluluk var. Ama ülkemizde Sürrealist sanat hiçbir zaman egemen bir tarz olamamıştır. Şiirimizde Maldoror, Paris sıkıntısı yada Cehennemde Bir Mevsim hiçbir zaman temel başvuru yapılmamıştır. Sadece, başta Ece Ayhan şiiri olmak üzere Garip ve İkinci Yeni şiirinde Sürrealist şiire çok yaklaşılmıştır. Sinema da sadece Tan Tolga Demirci’nin kısa filmlerinde hayat bulmuştur. Öykü ve roman da aldığı yer çok kısıtlıdır.

Kıssaca Türk edebiyatı gerektiğinde Sürrealizmi kullanılacak bir imge deposu olarak kullanmıştır; onu ve onu yaratan zihinsel iklime kafa yorulmamıştır.Sürrealizmin düşünsel kara kutusunu oluşturan Freud, Lacan, Reich, Fourier gibi isimlere düşünce dünyamız gereken ilgiyi gösterememiştir. Tıpkı bilimkurgu gibi Sürrealizm de bu ülkede yeraltına itilmiş, onu anlama çalışan çok az insan olmuştur.

Modernizm döneminde toplumcu gerçekçi anlayış yüzünden gündeme alınmayan Sürrealizm, post-modern dönemde ise totaliter ilan edilmiştir. Bu günün bir çok kavramsal sanatçısı aktivizme, kolektif üretime karşıdır. Sürrealizmi başında papa figürü olan , geçmişe ait angaje bir sanat olarak algılama eğilimi yaygındır. Oysa sadece Marx, Freud, Troçki değil, Fourier’den gelen ütopyacı kök ya da diğer liberter kökenleri kavranamamıştır.

Ülkemizde Sürrealizm adına ciddi çok az şey yapılmış bu realite içinde; Düzensiz mütevazı da olsa bir çabayla bu önemli fikir ve sanat hareketini tüm devamcıları ve yan okullarıyla (Cobra,Durumcu Enternasyonel vb.) sahiplenme çabasındadır.

GBU 28


GBU 28: Düzensiz'in İsrail devletinin Filistindeki pervasız katliamını protesto bildirisi-afişidir...


Ölümcül harfler, sayılar kuşatmış içuzayımızı... ustura ile doğranmış, martı kanatları yığılmış meydanlara... kesik duman, ateş, yıkım... beden bile kanamıyor artık boğulurak ölümün kol gezdiği yerde...

GBU 28

ölüm... ölümü... ölümüm...

bulutlar ağlasa da gökten ölüm yağıyor.... yıkıntıların arasında bir duvarda, umut kurşuna diziliyor. yazı bile yazılamıyor, cümleler boğuluyor, dil utanç içinde; imgeyse göçmüş bilinmez bir yere...

ölüm...ölümü...ölümümüz...

GBU 28

ama yıkımlara, kıyımlara rağmen, tükenmeyecek, bitmeyecek, yitmeyecek özgürlük hayaleti... Beyrut sokakları da ayağa kalkacak, unutmayacak, hiç ama hiç bağışlamayacak ! ! !

GBU 28...

ustura ile doğransa da kanatlarımız, boşlukta salınacak, yolunu bulacak hayat... Eluard'ın aydınlık yüzü gibi bir bahar... yaşam kazanacak


Rafet Arslan-Onston

Ağustos 2006

İzmir Düş Günleri-1




7-17 Ekim 2006 tarihleri arasında Hayalbaz Sanat ile beraber Düzensiz Ekibinin koordinatörlüğünde gelişen etkinliktir.
Performanslar, video, fanzin sergisi, bilimkurgu forumu, karma sergi gibi ayaklardan oluşmuştur.
sergiye dair kapsamlı metnimiz şöyleydi:
GÜNLERDEN TAŞAN DÜŞLER
Düşe uyanmak sloganı ile yola çıkan Düş Günlerimizi 7/17 ekim tarihleri arasında gerçekleştirdik. Hayalbaz Sanat Derneği tekil sergilerden sonra ilk kez uzunca soluklu ve belli bir konseptle birleşmeye çalışan kapsamlı bir etkinlik düzenlemiş oldu. Bu tip bir etkinliğe ilk kez soyunmanın tüm avantaj ve dezavantajlarıyla…
Düş Günlerinin açılış etkinliği (geçmişte İzmir Fuarında gerçekleşen paneli saymazsak) şehrin ilk Bilimkurgu Forumu oldu. Konuşmacılar Mustafa Suyolcu, Gözde Genç, Murat Göç, Yasin Başaran, Rafet Arslan forum boyunca gelen 25 dinleyiciyi katılımcı olmaya, konuşmaya, tartışmaya kışkırtmaya çalıştı. Her ne kadar etkinlik düşlenen work-shop boyutuna taşamamışsa da genç kitlenin Bilimkurgu sanatını tanımasına ve kafasındaki yanlış yargıları sorgulamasına yardımcı oldu.

Hayalbaz Sanat Derneğindeki program ise 18.30 da Ali Yılmaz’ın rock piano dinletisi ile başladı. Ardından resim, fotoğraf ve fanzin sergilerinin açılışı yapıldı. Hayalbaz müzisyenlerinin dinletisi yanında Eren Ağın/ Emre Koyuncu ikilisinin Miras adlı videosu ile Süleyman Tosuner’in Palyançonun Sonu adlı kısa filmi gösterildi.

İzmir’in ilk, ülkenin üçüncü fanzin sergisi Albemuth, 99kç, Çamur, Solucan, Düzensiz, Benzin, Fanzin Fetus, Psişik Kedi ve Tesmeralsekdiz’in katılımı ile gerçekleşti. Fanzinler birer sanat ürünü olarak hak ettikleri sergi dizaynı ve ‘9 kusurlu hareket’ adlı tanıtım metniyle izleyicilerine sunuldu.

Düş Günlerinin resim sergisi ayağı yedi katılımcının 15 tuvali ile gerçekleşti. Can Yeşiloğlu, Murat Altın, Duygu Kale, Lale İnce, Süleyman Tosuner İzmir’den, Damla Yeşiloğlu İstanbul’dan, Gökçen Öçalan ise Sakarya ilinden ürün veren isimlerdi. Özellikle Altın’ın dışavurumcu vuruşların belirgin olduğu tuvali, Öçalan’ın 3 tabloluk ‘düş satan balıklar ve ciğerci kuşlar’ seri resimleri ilk akla gelen işlerdi.

Fotoğraf sergisi ise Süleyman Handan başkanlığındaki Hayalbaz Fotoğraf atölyesi tarafından organize edildi. Düş konsepti düşünülerek hazırlanan kurgusal fotoğraflarda ışıkla boyama tekniği kullanılan 11 yapıta yer verildi. Sergilenen işlerde gündelik hayatın çeşitli alanlarında karşılaştığımız karşıtlıklardan, ruhsal bölünmelere; dualizim kavramı öne çıkıyordu.

İlk gün oldukça yoğun; tatlı telaşlarda start alan Düş Günlerinin üçüncü gününde Şinasi Güneş’in New York, Nail Özsoylu’nun Lost başlıklı video gösterimleri yanında Hayalbaz müzisyenlerinin müzik dinletisi yapıldı. 4. günün video programında ise Eren Ağın/ Emre Koyuncu ikilisinin Miras adlı işi gösterildi.12 ekim gecesinin hoş süprizi ise oldukça coşkulu geçen Cavit Çamlıçukur ve arkadaşlarının türkü performansı oldu.

Etkinlik ulusal ve yerel bir çok dergi, site ve gazetede yer buldu. Altay Öktem’den Borges Defteri ailesine ve bize destek veren tüm dostlara dayanışmaları için teşekkür ederiz….

Siyahi Dergisi Mülakatı



Mülakat Eren Barış tarafınan, Rafet Arslan ile 2006 Ekim ayında yapılmıştır. Mülakatın da içinde olduğu 'özgür eğitim' dosyası Siyahi dergisinin 8. sayısında (ocak 2007) yer almıştır.



Metin dönemin ruhunu ve dipten gelen dalganın gelişim evreleri hakkında aydınlatıcıdır....

SÖYLEŞİ
1- Rafet, sen sokakta büyüyenlerdensin kimi zaman yerin olmadığı için hastanede bile yattığını biliyorum. Ama bu süreçte ve yersizlikte ana güç verenin(umut değil sanırım bu) okuma kültürünün olduğunu düşünüyorum. Senin herhangi bir üniversite veya başka bir diploma yok hayatını direkt ele geçirmeye çalışanlardansın...
Sokaklarda olmadım desem yalan olur. Bu tercih mi, mecra mı hayatın bize biçtiği bir rol mü orası karışık. Umutlu olmadığımızda esasında bir gerçek. Umutsuzluğun bizi inatçı ve aksi yaptığı da bir gerçek. Pratik hayatta bir şeyler kaybettikçe ruhsal hayatta farkında bile olmadan bazı cephanelerin artıyor. Belki de tam bahsettiğin gibi geçmişe dair okumalarımız burada cephane vazifesiyle karşımızdaki gerçekliğe karşı dövüşebilmemize yardımı oluyor herhalde. Herhaldesi fazla…

2- Genelde sanat konularına eğiliyorsun. Çeşitli yazılarını ve eylemlerini biliyorum. Sanat-hayat-politiklik arasında uçurum olmadığını bize söylüyorsun. Sanat senin için çekiç sanırım.
Yetişip bugünlere gelmiş Deleuzecü anlamda bir mücadele ya da savaş aygıtı olarak görülebilir. Sanatı ya da sanat kavramını kutsamak gibi bir amacım yok. Tam tersine bu kavramlar üstündeki haleleri ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Durumumuz sanatçı olmaktan çok savaşçı olmaya yönelik mütevazı çaba olarak da okunabilir.
Egemen olan kültür-sanat anlayışının dışında amatör, düzensiz, disiplinsiz üretimleri kışkırtmak, insanlara götürmek, tartışmak,tartıştırmak... Esasında bastığımız fanzinler kişisel öfkelerimizi, düşlerimizi, takıntılarımızı dile getirmek yanında bu kaygıları da taşıyor.

3- Peki hazırlayacağımız dosya konusuyla ilgili olarak “okulsuzluk” ve “liberter eğitim” konusunda neler düşünüyorsun, neler yapılabilir?
Althusser’den Foucault’ya kadar iktidar kavramına kafa yoran herkesin altını ısrarla çizdiği nokta okulun, eğitimin bir disiplin ve baskı aracı olduğudur. İktidar kurduğu sahte gerçeklik sistemini en küçük yaşlardan itibaren insanların ruhunda inşa edebilmek, sistemin yeniden üretim mekanizmalarını kanıksatabilmek için ilkokuldan üniversiteye kadar zorunlu eğitime ihtiyaç duyar. Örneğin sadece ülkemizde sadece ilköğretimin zorunlu gözükmesi meseleyi iyi açıklamıyor. Sistemin içinde var olabilmek, yükselebilmek için adı konulmamış bir zorunluluk olarak insanları okula istemeyerek de olsa devam etmesi gerekiyor. Karşımızda dikilen kavramların herhangi bir alternatif modelleri üretmeden eleştirmenin bir anlamı yok gibi. Buradaki soru küresel bir sistemin içinde ütopya mekanı olarak liberter eğitim araçlarını nasıl/ yaratacağımızla ilgilidir. Hayatın sıcağında sokakta düşe kalka kendini eğitmek var etmek de bir duruş ama, bunu eleştirel düşüncenin eğitim kurumuna karşı alternatif sunmamız imkansız. Toplum içinde büyük özgürleşme adaları yaratabildiğimiz sürece alternatif eğitim daha doğrusu okulsuz, disiplinsiz eğitim gibi olanakları gündeme getirebileceğiz sanırım.

Düzensiz fanzinde sürekli çocukları yazdığı metinlere yer açmamızı da senin yürüttüğün soruşturmayla yani liberter eğitimle bağlantı noktaları olduğunu söylemek de mümkün. Okullarda eğitim otoritesinin kukla modelleriyle hiçbir şey üretemeyen çocukların evlerinde oturup yazıp çizdikleri düş ürünlerini gündeme getirmek ve bu noktada sanatla hayat arasındaki çizginin en inceldiği noktada özgürleşmeci yeni bakış açıları da çıkarmamız mümkün.
Tam da burada esasında Foureir’in geliştirdiği “phalange” önerisine bakmak gerekir. Eğitim kurumlarının kaldırıldığı iş, oyun ve eğlencenin aynı anda aynı şey olduğu bir ütopik model ortaya atmıştı. Fourierci tutkulu birlikte ‘eğitim çocuğu sadece ğlencenin çekiciliği vasıtasıyla yönlendirir. Baba otoritesine de karşı çıkar, dinsel, ahlaki zorlamaları boşa çıkarır. Fourier’e göre ‘özgürlük konusunda kollektif eğitim gereklidir’.William Reich’tan 70’lerin Almanya’sında türeyen özgür komünlere kadar Foureir’in kafasındaki düşüncelerin küçük pratik yansımaları da hayata geçebilmişti. Arzunun baskıya alınmamasıyla düzensiz bir karnaval ritminde burjuva ve devletçi pedagojik anlayışlardan uzak modeller geliştirmemiz her zaman mümkün. 68 sonrası özellikle Alman deneyimi önemli ipuçları taşıyor. Anti-psikiyatri hareketinin başını çeken ve 1970’te Heidelberg üniverstesi psikiyatri kliniğinde bir grup hasta ve doktorca kurulan SPK’nın (Sosyalist Hastalar Kolektifi) ve Raf militanlarının yer aldığı, desteklediği özgür komünlerde çocuklara yönelik birçok alternatif hayata geçiyor. Kinderladen adını taşıyan bu otorite karşıtı kreşler deneyimini, 20 yüzylın başında ilgiltere de açılan Summerhill okul deneyimİ ve Fourier’le birlikte değerlendirmek doğru olacaktır.

4- İzmir’de çeşitli aktivitelerde bulunuyorsun. Fanzin, sergi vb. işlerin var. Düzensiz, Fanzin Fetus, Albemuth ve her yıl düzenlenen Düş Günleri etkinlikleri bunun içinde yer alıyor. Bunlardan bahsetsene biraz…

On beş seneden beri amatör anlamda yayıncılık ve yazın çalışmalarıyla debeleniyorum. Ama onların sanki daha bütünlüklü süreç olarak başlaması istikrarlı, ısrarcı bir biçimde var olmaları 2001’de İzmir’de benim de baş aktivistlerinden olduğum Bilim Kurgu toplantılarını başlattık. Hemen ardından 2002’de şu an 4 yılda 8 sayı çıkmayı başarmış Albemuth Bilimkurgu’nun macerası başladı. Garip bir rastlantı gibi gözükse de bilimkurgu adına başlattığımız çabanın İstanbullu sokak sanatçıları ile birlikte ortaklaşa sokak faaliyetlerine sebep olmasıdır. Düzensiz de tam da Antonin Artaud’un Sürrealist Devrimde delilere, çocuklara, meczuplara, amatörlere yaptığı düşleri ayaklandırma çağrısının sürdürücüsü olmaya çalışan sanat eylemidir. Sürrealizmin yanında devrimci gelenekten Dada ve Sitüasyonist Enternasyonal ile Sokak Sanatı gibi güncel sanat eylemlerinin üretimine yönelik bir kışkırtma çağrısıdır.
Sokaktaki sanat pratiği dışında ilkini şubat 2006’da yaptığımız sergiyle başlattığımız ve 2006’da Düş Günleri olarak hayata geçirdiğimiz resimle videonun, müzikle fanzinlerin yan yana geldiği küçük de olsa özgürleşme alanı yaratmayı amaçlayan etkinlikler. Aktif destekleme çabasında olduğum Düş Günleri 7-18 ekim tarihleri arasında Hayalbaz Sanat Derneği bünyesinde yapılıyor ve ülkenin çeşitli şehirlerinde, farklı disiplinlerde üreten genç insanlar yan yana getiriyor. Bu kapsamda bir fanzin sergisi ve Bilimkurgu work-shop faaliyetlerini de hayata geçireceğiz.
Sokakta yada akademinin dışında gelişen ‘alaylı’ sanat pratikleri, geleneksel, bürokratik eğitim anlayışı dışında varoluşların önemli bir örneğidir aynı zamanda. Ki Art Brut olayını da bu çerçevede düşünmek gerekir. Uzmanlardan, kurallardan,zorunluluklardan uzak gelişen sanat eylemi; iktidarın eğitimine karşı, liberter bir kanalı temsil eder. İş ve eğitim sürecinin göbek bağı kapitalist bir tuzaktır ve özgürlükçü hareket bu bağı kesemediği sürece hep güdük kalacaktır. Bu anlamda sadece güncel sanat pratiğinde değil, hayatın farklı alanlarında her türlü amatör, disiplinsiz, bağımsız, uzmanlaşmamış emeği ciddiye almak,öne çıkarmak gerekiyor.

5- Sanatta bir sürü ifade biçimi varken neden muhalif bir alan olarak bilimkurguyu seçtin? Korku polisiye gotik değil de neden bilimkurgu?
Bence; Bilimkurgu dün, bugün ve yarın üçgeninde bilişsel, yadırgatıcı, eleştirel ve özgürleşmeci alternatif sorgulamalara izin veriyor. Edebiyattan sinemaya, resimden heykele kadar farklı sanatsal ifade biçimleri üretebilen bir yeraltı sanat pratiği olarak da görülebilir. Bilimkurgu genelde kolaycı cevaplar üretmek yerine bilişsel ve yadırgatıcı bir tarz ile okurunu yada izleyicisini sarsmaya, düşünmeye sevk eder. Bu böyle giderse- sorusuna, hayallerin çok renkliliğini katarak yanıtlar arar. İnsanı, kozmostaki yerini, gezegenimiz dışındaki olası kültürleri araştırır, bilişsel sistemler kurup, yıkar.
Hollywood sinemasının popüler örnekleri ya da fantezi dediğimiz türle sıkça karıştırılırsa da bilimkurgu bugüne yönelik kaygıları geleceğe korku ve umutları aynı anda ifade edebilme imkanı sağlayan araçtır. Yakın ve şimdiye sızmış gelecek, iç uzay, ütopyalar, distopyalar, heterotopyalar, alternatif tarih senaryoları, eleştirel ironiler, paralel evrenler, analojik karşılaştırmalar yoluyla okurunu, izleyicisine bilimsel şüpheciliğe ve bilimcilikten şüpheciliğe açık bir düş evreni sunar. Ayrıca Bilimkugu benim için temsili demokrasinin de rafa kaldırıldığı, karanlık çocukluk günlerinde düş evreniyle bir yeni soluk ve hayata tutunma aracı,bir nevi yoldaş olmuştur.






ps: derginin tam içeriği şöyledir:


http://zinharpost.blogspot.com/2007/01/siyahi-8-kt.html

bir öncü sergi: Gün Işığıyla İlk Buluşma





Düzensiz fanzinin 2006-Şubat ayında Hayalbaz Sanatın desteği ile gerçektirdiği sergidir.

Albemuth, 99kç, Düzensiz ile yol alan kollektif çaba 2006 yılının Ocak ayında, Rafet Arslan'ın imzaya açtığı 'sokağın sanatı için yoldan çıkmış manifesto' adlı çağrıya, bir çok fanzin, sokak sanatçısı, illüstratör ve instiyatifin verdiği destek ile ilerlemişti. Bu manifesto yaklaşık 20 imza ile
Öküz dergisinde ve birçok fanzin-blog'da ye aldı.
Bu enerjinin en somut yankısı o güne kadar yeraltında üreten yaratıcılar ilk kez gün ışığıyla buluştuğu bir sergi olmuştur.
Katılımcıları: Cins, Bora Baskan, OnstOn, Bora Akıncıtürk, Matt Furie, Erman Akçay ve Duygu Kale'dir.

Sergiye dair yazılan makaleyi şöyleydi:

Taşrada Yaşamanın Sakıncaları…
Megapol, ülkenin sadece ekonomisinin merkezi değildir; kültüre, sanata, iletişime, spora dair neyi varsa onun da merkezidir. Megapol bir tür kara delik gibidir, uzaktaki ‘şey’ leri ya bünyesine katar yada yok sayar. Tüm iyi niyetli istisnalara rağmen.

4 milyonluk insanı da barındırsanız da, kültür mirasınız bin yıllara da dayansa, eğer megapol de iş yapmıyorsanız sesiniz gür çıkması mümkün değildir. Dünyanın Türkiye’sinin, İzmir şehrinde eğer kültür-sanata dair bir şeyler yapıyorsanız; yapmaya çalışıyorsanız işiniz zor demektir. Buralarda da bir sürü iyi niyetli iş yapılır ama bunları duyurmak, insanlarla paylaşmaya çalışmak ise bir meseledir. Derdiniz para kazanmak, meşhur olmak değil; sadece çığlığınızı duyurmak olsa da…

Her şeye rağmen yapılan, yapılmaya çalışan işler var. Bunlardan birisi de startını 24 şubat günü alan ve 9 Mat tarihine dek sürecek Gün Işığıyla İlk Buluşma adlı karma resim sergisi. Uzun emek ve çabalara girişilmiş, Hayalbaz Sanat Derneği lokal binasını etkinliğe tahsis etmiştir. İzmir, İstanbul ve ABD’den 8 genç sanatçının; özgün 37 işi yan yana gelmiştir sergide. Etkinlikte yer alan sanatçılardan, örneğin ülkemizde Dubuffet sergisi ile yeni yeni gündeme gelen Art Brut’ün yaratıcı örneklerini ortaya koyan Bora Akıncıtürk’ün diğer bir sergisi Siemens Sanat Galerisinde devam ederken, Duygu Kale’nin yapıtları ise ilk defa bir izleyici kitlesinin karşısına çıkıyor. Amerika dan gönderdiği işleriyle sergiye katılan Furie’i saymazsak katılan tüm sanatçıların bazı kesimlerce duyarsız, salt tüketimci, a-politik ilan edilen 90 kuşağına ait olması, önyargılı yaklaşımlara karşı ironik bir yanıt olsa gerek. Genç sanatçıların fanzin, grafiti, underground music gibi alt-kültür kulvarlarından gelip, plastik sanatlar alanında yaratıcı işler ortaya koyması ‘zamanın ruhu’nu kavramakta bize birer anahtar sunuyor.

Duygu Kale 18 yaşında bir kızdır, İzmir’in Torbalı ilçesinde ikamet eder, her gün şehirdeki okuluna tren ile gelip gider ve bu tren yolculuklarında tasarladığı7 desen çalışması ile sergi de yer almıştır. Her hangi bir kursa gitmemiş, bir ressamdan feyz almamıştır, sadece hissetmiş ve hissettiklerini kağıda vurmuştur.

Cins; Kadıköy sokaklarında grafiti yaparak sanata atılmış, sokakların hırçın, grotesk sesini yapıtlarına katan bir genç sanatçı. Radikal ve sert görülebilecek çalışmalarını sanatçı kendi ifadesiyle söyle özetliyor: ‘ düşünceler, duygular, sorular, cevaplar hiç bitmeyecek umuyorum ben de onlarla dalga geçip, kendime mesele yapmaya ve resmetmeye devam edeceğim’. Bizde CİNSı’in bildiği yolda ilerlemesini heyecanla bekliyoruz.

Can Yeşiloğlu/ONSTON, Güzel Sanatlar Fakültesine girme çabaları olumsuz sonuçlanmış, buna rağmen 8 seneden yılmadan, keyif alarak kağıtları ve tuvalleri düşlerinin rengine boyayan genç bir sanatçı. Yapıtlarında Sürrealist devrimin izleklerini yaratıcı bir şekilde işlenmiş Yeşiloğlu’nun adını gelecekte de anacağımız görülüyor.

San Francisco kentinden iki işiyle sergiye destek veren, daha önce 23 sergiye imza atan illüstrasyon ve çizim ustası Matt Furie’nin en büyük üzüntüsünün ise sergi için ülkemize gelememek olduğunun altını çiziyor. Erman Akçay’ın işleri ise grafik illüstrasyonun da güncel sanat pratiğinde, plastik sanatlar kadar yer almaya başladığının göstergesi. New York’ta yaşayan Nazlı Çetiner ise moda tasarımlarını, tuvallerle birleştirmiş özgün bir yetenek. Sergide 3 yağlı boya tablosu ile yer alan Bora Baskan için, şimdiden gelişmiş tekniği ve oluşturduğu tarzıyla ülkemiz resim sanatında keşfedilmeyi bekleyen genç bir ustası demek yanlış olmaz.

Sonuçta sergi mütevazi bir açılış kokteyli ile start almış, kısıtlı tanıtım imkanları ile ulaşmaya çalıştığı sanatseverlerin ilgisini beklemektedir. Tüm bunları yazarken acaba aynı işler İstanbul da popüler bir sanat galerisinde gerçekleşse; medyanın, eleştirmenlerin, akademinin, sanat camiamızın yetkin isimlerinin ilgisine daha çok mahzar olmaz mıydı- diye düşünmekten kendini alamıyorum… Megapol de Cey Sanat, Art-İst gibi ‘taşra’nın ve uzmanlaşmamış sanatçıların işlerini takip eden, gönül desteğini veren mecraların olduğunu biliyoruz ama genel sanat ortamımızın genişliği düşünüldüğünde, ortada bir sorunun varlığından söz etmek yanlış olamayacaktır.

Ve şimdi genç sanatçılar akademik prosedürlerin, küratör tercihlerinin, ‘meşhur’ sanatçıların hakim olduğu ortama; hesapsızca sokağın sesini vererek bir adım atıyorlar. Sergi katalogunun sonunda belirttikleri gibi ‘düşleri, rastlantıları, olağanüstüyü, tutkuları; cesur ve dürüst ifşa etme ve sanatı hayatın içine katma zamanı’ şimdi. Belki de gün ışığıyla ilk buluşma, kafalardaki ‘taşra’nın kırılması için küçük bir adım olacak; kopacak şafağı karşılamak için…

Gün Işığıyla İlk Buluşma
Hayalbaz Sanat Derneği- Resim Topluluğu Karma Sergisi
Rafet Arslan

DÜZENSİZ


Bay Perşembe'nin fikri ve Onston'un katılımı ile Ekim 2005'te yola çıkmış Düzensiz adlı hayalet gemidir. Düzensiz'in boşluğa savurduğu düş/şişeler 4. sayı varolmuştur. Bir fanzinden öte kollektif bir eylem çağrısı-çabası olmuştur. Sokağın sanatını Sürrealist devrimin ruhuna bağlı kalarak savunan Düzensiz; sanat ile hayat arasındaki köprüleri yıkmaya çalışan bir sanat eylemidir.
Legal-illegal alanlarda ise Gün Işığıyla İlk Buluşma sergisini(şubat 2006-izmir), Düş Günleri toplu etkinliğini, portekizde uluslararası Sürrealist 'Mario Cesariny'ye Mektup' sergisine katılım,İsrail devletinin GBU28 bombalarını protesto, Aksanat kapanış basın açıklamasını eyleme dönüştürme girişimi ve sokak aktiviteleri olmuştur...
Asıl çekirdek ile üretilmiş ilk 3 sayıya şu linkten ulaşılabilir:
DÜZENSİZ çıkış duyurusu şöyleydi:
-Düzensiz, tekinsiz bir dergidir, sayfalarında hayaletler gezer…
-Düzensiz, modernist hareketin ütopyasına bağlı bir sabotaj sanatıdır…
-Düzensiz, anti-enflamatuar olması yanında anti-kapitalist bir mecmuadır…
-Düzensiz, kriminal bir fanzindir, en büyük suç silahı Rotring markadır…
-Düzensiz leziz bir cesettir ve yazarları da havyadır…Kaldırım taşlarının altındaki kumsala inananlar için!
Londra Sürrealist Eylem Grubuna verdiği mülakatta süreci Rafet Arslan şöyle aktarmıştır:
Bizim Düzensiz üzerinden faaliyetimize bu noktada bir hareket gözüyle bakılabilir ama yenidir, etki alanı sınırlıdır. 21.yüz yılın başında Sürrealist devrimin ruhuna sadık kalmayı ne ölçü de başarıyoruz; bilmiyorum. Zaten Düzensiz hiçbir zaman saltık bir sürrealist fanzin olarak kendini ifade etmedi. Sürrealizmin dışındaki radikal unsurları da kapsayacak bir duruş sergiledi. Egemen liberal marketing sanat anlayışına karşı bir nevi birleşik cephe örmeye çalıştı. Sadece sanatsal, elitist bir söyleme karşı sanatçı değiliz savaşçıyız –dendi. Gündelik hayattaki olağanüstüne dair araştırmalara girişildi, kolektif oyunlar oynandı. Rastlantı kavramına vurgu yapıldı. Paris komünü, 68 mayıs gibi sürrealist ruhun patlama anları ele alındı. Dada, anti-sanat akımları, Durumcu Enternasyonel, Art Brut üzerine tartışmalara girildi.
Önce İzmir ile başladık ardından farklı illerden arkadaşlara ulaştık, insanlara önce sürrealizmin ne olmadığını anlatmak zorundaydık. Ne rasyonel burjuva mantık ne de yerli metafizik düşünce sürrealizmin kök salacağı düşünsel iklime izin vermişti. Bu yüzden Sürrealizm denilince; insanların kafasında sürrealizm yerine başka saçma sapan şeyler akla geliyor. Bunu aşmak için sürrealizmin ne olmadığından yola çıkıp, ne olduğunu anlatmaya çalıştık; en azından iyi niyetli genç yaratıcılara. Leziz ceset ya da otomatik yöntem ile düzensiz üzerinden tanışan bir çok insan oldu. Tablolarına, metinlerine Sürrealizm girmeye başlandı, sürrealizm üzerine metinler ile düşünce ve tartışma ortamı küçükte olsa oluştu.
Aktivist hareket içinse ne yazık ki hala erken…. Gelişen kapitalist sanatçı mantığı, sorgusuz kabullenilen post-modern model ve ona bağlı kavramsal eğilimler sonucu kolektif olmak çok zorlaştı. Herkes bir sanat markası olma derdindeyken kolektife vurgu yapan tek eğilimi Düzensiz savunuyor. Ve inanın çok yorucu ve yıpratıcı sonuçları oldu hep kollektifte ısrarımızın. Ama ısrar etmeye devam edeceğiz.

99 KÇ-fanzin

99KÇ;Erman Akçay tarafından nisan 2005'te start alan İstanbul/Bostancı mahsullü ülkenin ilk street art (sokak sanatı) mecmuası. 99KÇ yurtiçi ve dışından grafiti örnekleri yanında; dünyanın önemli sokak sanatçıları ve illüstratörleri ile yaptığı söyleşilere yer vermişti. 99KÇ şimdiye dek 4 sayı yayımladı.

Erman Akçay-aktarıyor (Tesmeralsekdiz dergisi, sayı:1,Sokak Sanatı dosyası):
grafik anlatımın özgün açılımları ve medyası üzerine bir fanzin hazırlamaya başladım. Yeni sanatçılarla ve sanat biçimleriyle tanıştım; sokak sanatının, endüstri akademisinin üzerinden yaptığı uçuşlara tanıklık ettim. Derken kendimi bu yönde eğitmeye, geliştirmeye başladım. Sokak sanatı ucuz malzemelerle espirili işler çıkarmak için bire birdi...
Kısa sürede, şehrin diğer sokak sanatçılarıyla tanışıp kaynaşmaya, fikir alış verişinde bulunmaya başladık. Ahenkli bir scene (camia) yaratma peşindeydik, müzik grupları gibi kolektif çalışıyor ve kendimizi geliştiriyorduk.
Sokak sanatına ilgim işte böyle başladı sevgili dostum...

Hiçbir zaman başlamadı, hiç bir zaman da bitmeyecek gibi....
99kç (99 KAYIP ÇOCUK) yukarıda da bahsetmeye çalıştığım üzere spontane gelişen bir proje oldu. Okulda hayalet etkisiyle dolaştığım günlerin birinde sanat psikolojisi isimli bir ders keşfettim ve sinsice bu derse dışardan katılmaya başladım. Sanat, psikoloji, şizofreni ve saykodelikler gibi siberpunk kavramların konuşulduğu ders Cem Mumcu tarafından titizlikle kontrol ediliyordu. İlk sayı bu ders için hazırlanmış ultimaton görünümlü tuhaf bir sanat psikolojisi metni denemesiydi. Bu deneme kuzenimin Kuzguncuk'taki evinde kaldığım gecelerin birinde, cep telefonuma kaydettiğim mesajların kolajlarından oluşan anksiyeteler ve aforizmalardan oluşuyordu. İkinci sayıda bir adım daha ileri gidip daha görsel bir arayışa yöneldim. 2004 öğrenci Trienali için hazırladığım fakat onaylanmayan sıradışı bir projeden kendi seçtiklerimi bir araya getirdim: Konusu insan hakları olan ve portre sanatını anımsatan bir kolaj serisi + Berk İybar'dan iki şiir ve Ventochild' dan bir korku illustrasyonunu da eklemeyi unutmadım. Üçüncü sayı sanırım gene tek sayfaydı... Dördüncü sayı da ise kafamdaki 'underground' fanzin havasını yakalamaya başlamıştım. Fakat sınırları çizmekte bayağı zorlanıyordum. Grafikten illustrasyona, dijital art' tan street art' a her dalgadan ayrı bir haz duyuyordum, disiplin farkları olsa dahi, hiçbirine ilgisiz kalamıyordum. Galerilerin, düzenledikleri sergilere, online database oluşturmaları, gençlerin uzak coğrafyalarda yapılan işlerden haberdar olmaları açısından eşsiz bir fırsattı. Aynı zamanda da yoğun bir görsel külliyat. Farklı işler üzerinde çalışan, bir çok farklı sanatçı... Tüm vaktimi yurtiçi ve dışında yapılan işleri araştırmaya, incelemeye harcıyordum. Eski bir alışkanlık olan söyleşi metinleriyle, düşüncelerini öğrenmeye, yaymaya çalışıyordum...

99kç sürecinde tanıştığım ve ufkumu genişleten 3 isim: Rafet Arslan, Tunç Dindaş, CİNS oldu. İzmir BK edebiyatçılarından İstanbul Graff. Camiasındaki önemli isimlerinden destek ve saygı aldım. Aynı dönemlerde zaman zaman akademiye uğrayıp hocalarımın da sokak sanatına ilişkin fikirlerini alıyordum. 2006 kışında İzmir'de düzenlenen "Gün Işığıyla İlk Buluşma" isimli sergimiz ise bu sürecin zirve noktası oldu diyebilirim.

Albemuth-Bilimkurgu


Fahreinheit 451 Bilimkurgu Toplantılarında(2000-2004) bir araya gelinmesi ile çekirdeğini oluşturmuş farklı alanlarda üretimde bulunmuş avandgarde bir bilimkurgu hareketidir.


2001 yılında Rafet Arslan'ın başlattığı, o dönemki İzmir BK grubundan bazı arkadaşların desteği ile varolmuş bir proje.


Çekirdek kadrosunda Rafet atslan, Mustafa Suyolcu, Murat Göç, Gözde Genç, Efe Göktoğan yer almış; Cahit Orpak, Onston, Erman Akçay, Barış Demiröz gibi belli başlı destekçileri olmuştur.


Albemuth-Özgür Basın mottosu ile 2006 yılına dek 8 sayı çıkmış, 2007 yılında nükleere karşı Sanat etkinliklerine katkı için 'anti-nükleer bk' başlığıyla bir özel sayı yayınlamıştır.


Süreç içinde Murat Göç öncülüğünde bir mail grubu(cesur yeni dünya), Yasin Başaran moderatörlüğünde bir blog da açılmıştır.
Son hamle içim bakınız:

İlk5 sayısı bu linklerden indirilebilir:

Altta 2007 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nde yeralan Candeğer Muradoğlu'nun fanzin dosyası sorularına verilen yanıtla bulunmaktadır:
Albemuth için
- neden bilim kurgu fanzini cıkarıyorsunuz.
- fanzinin ismini koyarken Philip K. Dick'in albemuth özgür radyosu kitabından etkilendiniz mi
- edebiyat türleri dışında bir konu bilim kurgu. Türkiye'deki mevcut olan bu boşluk nasıl dolar? bu fanzin bu duruma bir alternatif mi?
- hala fanzin devam ediyor mu
oluşum süreci nasıl gerçekleşti


-Bilimkurgu benim için hep bir tutku olmuştur. Genelde bilimkurgu ile ilişki küçük yaşlarda başlar (ya da başlamaz) ve ölene dek sürer. İzmir de 2000’lerin başında devam eden Fahreinheit451 aylık bilimkurgu söyleşilerinden çıkmış çekirdek ekibin emekleri ile oluşmuş bir fanzindir.
Bilimkurgu dün-bugün-yarın üçgeninde spekülasyon üretebilen, yadırgatıcı bir sanatsal ifade biçimidir; sanattır. Hayallerin en özgürce aktığı kanallardan biridir, bir çok dünya kurdurur ve yıktırabilir. Bu manada bilişsel ve liberter potansiyel taşıyan bir sanattır bilimkurgu. Ahlakçı olmadan, etik bir konum belirlemeye uygun, radikal sorgulamalara açık bir bir sanat.
Ama ülkemizde genelde geçmişteki tv dizileri ile anımsanan, yanlış yada eksik tanınan bir alandır bilimkurgu. Ufoculuk, paranormal olaylar gibi alakası olmayan şeylerle sık sık karıştırılma gibi bir özensizliğe, bilgisizliğe kurban olmuştur. Dick, Lem, Bradbury, Ballard, le Guin gibi üstatların ülkemizde tanınmaya başlaması çokta uzak olmayan tarihlerdir. Son 10 yıl içersinde yükselen fantastik kurgu yapay fırtınası etkisiyle yayın dünyasındaki eski bazı fanların bile ‘artık satmıyor’ diye gündeme almadığı, yerüstünde hor görülen, yok sayılan bir şeydir bilimkurgu.
Bende bu karışık sebeplerden ve başka sebeplerden bu işe 2002 soyundum ve dostlarımın metinleriyle 4,5 yıl ve sekiz sayıya geldik. Dostların o güzel üretimleri olmasaydı, bu fanzinde olmazdı.
-P.K.Dick’in düş dünyamda hep ayrıcalıklı bir yeri olmuştur. Dost 6.45 yayınlardan çıktığı gün romanı almış ve bitirmeden uyumamıştım. Benim için metin tam bir şoktu; zihinsel bir şok. Romanda koyu baskı rejimine karşı harekete geçen radyo gibi , bizim bilimkurgu fanzinimizde özgür bir yayın olacaktı. İlk aklıma gelen isim oldu ve ‘bilimkurgu/özgür basın’ mottosu ile okuru ile buluştu.
Albemuth çeviri öyküye az yer veren, özgün üretime kışkırtmayı merkeze alan bir mecmua olmuştur. Edebiyat dışında sinema, plastik sanatlar, tiyatro alanlarındaki bilimkurgusal üretimlere gücü oranında yer vermeye çalışmıştır. Kuramsal ve perspektif sunmaya aday metinlere yer açmıştır. Çıkışındaki ‘özgür basın’ ruhuna bağlı kalarak.
-soru yanlış sanırım. Hakim edebiyat türleri dışında bir alan bilimkurgu- demek daha doğru olur, olacaktır. Fanzin genel edebiyat dünyasının karşısında çok mütevazı bir çabadır. Genel edebiyat dünyası, sonuçta bir yayın pazarına bağlı ve seçimleri satış rakamları belirliyor. Tabii ki kültür endüstrisin diğer parçaları gibi yayın dünyası da kapitalist işleyişin içinde gerçekleşir. Örneğin sinemadaki bilimkurgu çok geniş kesimlere ulaşabilirken, edebiyat ayağı her dönem bir avuç fan ile sınırlı kalmıştır.

Bilimkurgu dergileri geçmişte de çıktı. 70’lerin başlarında Sezar abinin öncü yayını Antares, ardından Selma Mine’nin X-Bilinmeyen dergisi çıkmıştır. Fanzin ve bültenlerle geçen uzun boşluk ardından yayınevlerinin üst üste başlattığı bilimkurgu dizileri ve Bülent Akkoç’un Atılgan, Metin Demirhan’ın Nostromo dergileri ile 90’ların sonu ve 2000’lerin başında kısa bir Rönesans yaşamıştır. Ama bilimkurgu hiç bir zaman çok satmamıştır, yayınevleri serileri durdurmuştur. Kahramanca ayakta kalmaya çalışan bilimkurgu dergileri, bir süre sonra piyasa çarklarına karşı koyamamışlardır. Bu noktada bilimkurgu fanzin ve internet siteleri üzerinden sesini yükseltmeye , gürültü çıkarmaya devam etmiştir.
Albemuth ve hemen ardından fanzin olarak çıkan Davetsiz Misafir ile yeni ve farklı vurgulara sahip bir bilimkurgu yaklaşımları gelişmiştir. Albemuth fanzin olarak düzensiz yayınına devam etmiş, Davetsiz Misafir ise bilimkurgu dozunu minimuma indirip, kuramsal bir dergi olmaya evrilmiş ve bu gün itibarı ile yayına ara vermiştir.

Bilimkurgu hiçbir zaman tek başına legal ya da meşru yayıncılık alanı olmamıştır. Baştan beri fan grupları, toplantılar gibi aktiviteler ile beslenmiştir. Fakat bireyselliğin tamamen belirleyici olmaya başladığı ruhsal iklimimizde daha birkaç yıl önce gerçekleştirdiğimiz bilimkurgu toplantıları, radyo programları ve diğer aktivist faaliyetleri hayata geçirmek git gide imkansız hale gelmektedir. Aktivist ruha yapılacak her vurgu ve buna bağlı pratik ülkemizde bilimkurgunun hak ettiği saygıya ulaşmasında önemli bir basamak olacaktır.
Bu noktada soruları bağlıyarak gidersek bahar 2006da son sayısını bastığımız Albemuth ya sürpriz aralıklarla fanzin olarak çıkmaya devam edecektir yada internet üzerindeki varlığını bağımsızlaştırıp, yeni üretimlerini webzine olarak sürdürecektir. Yola çıktıktan sonra beraber ilerlediğim dostlarımla, ekim ayında İzmir 1. Düş Günleri içinde gerçekleştirdiğimiz bilimkurgu forum çalışmasından beri bu kadere yol çizmek için dağınık örgütlenme ve tartışma sürecine devam etmekteyiz. Bu manada bir duruş olarak Albemuth devam edecektir.
-ülkemizde bilimkurgunun ‘kendi’ olabilmesi için entelektüel hegemonya içinde güçlü bir konumda olması gerekir. Çünkü hala ülkemizde bilimkurguyu küçümseyebilen entelektüel(!) kesimler bulunmaktadır. Bu yüzden bilimkurgunun kuramına yönelik çabaları girmek, bunları desteklemek bence çok önemli.
Bunun yanında Mehmet Açar, Haldun Aydıngün yerli nitelikli bilimkurgu yazarlarını okumak, desteklemek de gerekmektedir.